6 Aralık 2012 Perşembe

Alacakaranlık


 Gün alacakaranlık vakti..

Sessiz silahlar döşek altlarına saklanmış, usul karanlık köşelere pusmuştu yine.

 Odamda son derece yalnız olmak canımı sıkmıyordu. Eski alışkanlık kolay bırakılmıyordu. gençken alev alev yanan bedenim olsaydı neler yapmazdım dedim kendime. -Eh. Yine de sabah yürüyüşüne çıkmama engel değildi be..

Bir tas sıcak balık çorbası ve kurumuş ekmeği silip süpürdükten sonra eski avcı bıçağımı da kuşağıma dahil ettim. Biraz yürümek iyi gelecekti.


 Bilinçsizce yürümeye başladım küçük kasabamın taş sokaklarında.. Durgun hayat beni geçmişimden uzaklaştırıyordu ve istediğim başkası değildi. Bu sabahta beni sokağa çıkaran kuzeyli bir şairin şu mısralarıydı yine:

"Sokakta yürümekteydim gece, sabaha varmışım sessizce."

 Aydınlık gün aşırırken tepelerden, boş taşlık sokaklara indim. Dakikalar beni şehrin ücra sokaklarına taşımış bilemedim. Sokaklar dünyamı resmediyordu alacakaranlık vaktinde. Bomboş ve yaşanmışlıkla dolu. Ağzı var dili yok. Ruhu var sesi yok. Issız ama kalabalık..

Kendimi, kendimden çekip alan bir kapı gıcırtısı oldu..

Az ötemde bir kapı açılmıştı, yavaşladım.. Azığını evvelden hazır etmiş, Aceleci genç bir adam  çıktı sokağa  gizlice..
 Ahşap evlerin taş kaldırımları vardı,  tıkırdayan ökçeleri dinlemeyi hep severdim .. yavaşlattım adımlarımı izledim sinsince..
 Acelesi olmalıydı genç adamın, eşyaları geniş  deri kemerinin tokasına bağlanmış mühimmatı çantasına gelişigüzel tepilmişti.
 Güneş gayretle yükselirken tepeye,   gölgeler dans ediyordu köşelerde yine.

Adımları hızlı  olan genç adam dikkatsiz davranmıştı. beni karanlıklara sinmişken fark edememiş, delikanlılığın verdiği ateşle gölgeleri görmemişti. Heyecanlı adımları  nerede görsem tanırdım. Varlığımın gerekliliğini sorgulamadım. Peşindeydim ve içimde büyüyen  merak  gittikçe acıkıyor gibiydi. Bu serin havada içime bir ısınma verdi. Aynı hızda sokakları ardımda bıraktım.

 Kasabadaki hanlar yeni açılıyordu. Bu istikamet kuzey olduğuna göre serin rüzgarların varlığına alışmam iyi olmuştu. Kuzey Nehrine gidiyor olmalıydık. Genç adam ekipmanlarını tam takır hazırlamış olduğuna göre bir göreve gidiyor olabilirdi. Engel olamadığım merakım beni onun peşinden buralara kadar getirdiğine göre daha da ileri gidebilirdim.

 Loş meşale ışığıyla aydınlanan taştan kapılar vardı bu caddede. Az ötemde köhne bir hanın kapısı itilerek açıldı, ürperdim. Hemen saklanmak zorundaydım fakat etrafım buna müsait değildi. Genç kafasını önüne eğmiş, hızla yolun ortasından yürüdüğünden mesafeyi açıyordu.

 Handan dışarı yakalarını düzelterek orta yaşlı kısa boylu biri çıktı. Kafasında kıvrımlı sihirbaz şapkalarından vardı ve muhtemelen henüz uyanamamıştı. On bilemedin onbeş adım mesafe vardı aramızda, sol çaprazımdaki kapıdan çıkıp benden tarafa döndü. Sağımdaki ilk kapıya  yöneldim, hızla  omzumu başıma siper edip kafamı sağıma eğdim. kapının önünde arkamı döndüm. Çantamı karıştırırken yalnızca sırtımı gördüğünden emin olmuştum. Biraz fazla oyalandım ve adam nihayet uzaklaştı. Genç ortalarda yoktu, geç kalmıştım. 

 -Nehirler alsın! Böyle koşarak nereye gidiyordu bu çocuk.    Şimdi acele eden bendim,   Kuzey Nehri yakınlardaydı.  Kasabanın güneyinde yaşasamda bu bölgeler hakkında da malumatım vardı. Evlerin kapı sahanlığından ilerleyerek sabahın içinde uzaklaştım..

 Kasabanın bu geniş caddesinin sonlarına doğru evler biter, ilerde soğuk rüzgarın gölgesinde yetişen sebze ve meyve tarlaları uzanırdı. Birde en burunda eski ahşap bir gözcü kulemiz vardı. İçinde değişmeli iki asker nöbet tutar ve genelde uyurlardı. Tarlalara hayvan dadanmason diye çit diye tabir edilen engel vardı. Aşılması  basitti, sivriltilmiş odun kazıklarla destekli tahta bir duvardı. Gözcü kulesinin her iki yanında uzanır ve bir sonraki kuleye dek kasabayı sarardı. Caddeyi bitirdiğimde karşıma uzun vadi serildi. Alçalarak uzuyordu ve etrafı tarlalarla süslenmişti. Kuleye dek giden patikada uzaklaşan eski bir araba vardı. Kasabadan kış mahsulleri toplamaya giden ihtiyarın at arabası.. Ortalıkta başka kimsecikler yoktu ve arabada çıkmak üzereydi. Yani yetişmiş olmalıy..

-Dur bir saniye! Nehirler alasıca! Bu yüzden koşuyordu.. Arabayla dışarı çıkması çocuk oyuncağıydı. İhtiyarın kulaklarıda çevik gencin tıkırtısına uyanmazdı ki.. Yani dışarı çıkan o burada kalan bendim!..
Yılın bu mevsiminde riskli topraklar olan kuzeye çıkış halka yasaklanırdı. Açıklarda gezen biri görüldüğünde de düşünülmeden avlanırdı. Hem kraliyet korucuları korulukları mesken tutardı. Gencin plan ve zamanlaması mükemmeldi, derin bir of çektim. Yorgun bedenim buralara kadar boş bir macerayı kovalayacak yaşı geride bırakmıştı.

 Fakat kolay yılmam. O taşını ileri sürdü fakat" Çeviklik, piyondur. Tecrübeyse vezir".
 At arabası az sonra  durdurulmadan rutin çıkışını yaptı.  Zamana hükmettim, yetişmeliydim!

 -Düşünceler-(kısa dakikalar.. Saymaya başla,   1, çıkış.. ilk yirmi adım sonra hafif bir tepecik. dün yağmur yağdı yani dönüşte yol balçık..2, Eğimli yola sapan ağır atlar.. Nalları sık sık değiştiremeyen dalgın ihtiyarın hesaba katmadığı birşey.3, Bu dönüş kısa bir zaman kaybı. Atlar hantal, devam.. İnatçı yük beygirleri alternatif rota belirlemez..4, doğasında huysuzlanmak yok, çamurdan yürüyüş.5,6,7,8,9, Uzun süre arayı açmaya yetecek düz bir yol.10, Yol bitiminde taşlık rampa kaygan zeminde hantal atları terletmeye yeter.10...dakikalar....15, çamurlu yolda balçığa girmiş nalların taş zeminde yokuş yukarı çıkışa etkisi. tepedeyim, Gereken zaman cepte.)

Kuzey kapısından geçme vakti. Gözcülere gelene dek bir taşralı rolünü hakkıyla kotardım, şiveye alışıktım ve "inandırmak" benim işimdi. Bekçileri halletmek kolay lokmaydı. Az evvel  aşırdığım -soğumaya bırakılmış- enfes sabah turtalarını  bıraktım onlara. Göbekli obur bekçilere evine dönen salağı oynarken, aralıktan dışarı sıvışmak zor olmadı.

Zamana doğru hükmetmiştim.


 İhtiyar son taşlık rampayı tırmanırken tepedeydim. Soğuk kayaya yasladığım sol kolum  uyuşmaya başladı. Hava yüksekte soğuğunu iyiden iyiye hissettiriyor.. tıkır tıkır tırmanan at arabası az sonra önümden geçecekti. Elimi herşeye karşın  kınında bulundurduğum bıçağın kabzasına kaydırdım.

Rampayı tırmanan at arabasının koşum takımlarını elinde tutan ihtiyar çalıların arasından menzilime girdi. Oldukça rahat ve dikkatli görünüyordu. Arkasında sürüklediği römorköre saman balyaları yüklemişti. Bu da gencin ekmeğine kaymak sürmüş olmalıydı. İlerlemeyi sürdürdüler. Adımlar gittikçe yaklaşıyordu. Atların solukları kulaklarımdaydı. Rampa bitmişti. Atlar düzlükte ivme kazanacaklardı ki..

 Bir ıslık havayı yardı. Kısa sürdü ve -hart! Bu, duyduğumda kanımı donduran sesti. Atlar kişnedi ve arabanın dengesi bozuldu. Koşum takımları kırıldı ve atlardan biri dizginden ayrıldı. İhtiyarın göğsünden kan fışkırıyordu. Saldırı altındaydık! Olduğum yere çöktüm. Dudaklarım titriyordu. Tanrılar adına birşeyler yapmam gerekiyordu!

-Aptal! Aptal! onu öldürmeyecektin. Çaaat! Sarın arabanın çevresini çabuk! Bağrışlar, yaylara gerilen oklar ve ağır ağır yaklaşan demir adımlar telaşımı arttırdı. Gür kaba bir ses yankılandı, ses çok uzak değildi.  Kalabalık olmalıydılar.

 Genç, aşağı sürüklenen arabadan atlarken onu bir anlığına görebildim.  Çatır çutur kırılan arka kasa bir hayli gürültü çıkardı. Kafamı hafifçe kaldırdım, rampanın devamındaki yolda ağaçlar başlıyordu. Sesler buradan geliyordu.  Atlar kaosa rağmen oldukları yerin birkaç metre ötesinde otlanmaya başlamışlardı. Yük beygirleri işe yaramazdı. Gelen giden şimdilik yoktu. Korkuyla sürünerek çalıların içinden çıktım. Yılan gibi rampadan aşağı sürüklendim. Maksadım görünmemekti ama taşlık yolda kendime baya zarar verdim. Genç ortalıkta yoktu. Bilinçsizce koşmaya devam ettim. Arabanın geldiği yere tepelerin ardına saklanmaktı amacım ama uzun bir mesafe vardı oraya kadar. Nefes nefese, telaşlı, sırtımda ölümün endişesiyle aksayarak koştum..

 Kayaların arasına dalmak üzereydim ki, karanlıktan bir el yakama yapıştığı gibi beni kendine çekti. Zaten bitap düşmüş bedenim yeni rakibime teslim oldu. Gözlerimde talihsiz bir çırpınışla adamın yüzünü baktım. Genç buraya saklanmıştı, beni sarstı,

- Ne işin var burada babalık! kolunu rahat bıraktı.  Arkanı kolluyordum genç adam.  Sen mi! Yerimi belli ettin seni adi moruk! Hey biraz rahatla kimse buraya gelmi... Çuv! Bir ok tam önümüzdeki kayaya çarpınca başımızı eğdik. -Belli gelmedikleri!.. Şimdi zaman yoktu.

Araziye çıkan dar bir geçitten sıkışarak geçtik. Koşmaya devam ediyorduk.
Olduğum yerin yakınlarına güvericini yemlercesine gümüş parlak sikkeler saçtım. Onları küçük yalanlarıma inandırmalıydım. ve inandırmaktan başka bir seçeneğim yoktu.

 Tepeye pusan iki okçu durmadan ok yağdırıyor, kayalığı yaylım ateşine tutuyordu.
Biraz üşüsemde eski "Karga korkuluğu" taktiği işe yaramış gibiydi. Açıklara varana kadar genç adeta uçarcasına arayı açtı. Ağaçlıklarda kayboldu ben devam edemedim diyafram beni bırakalı yıllar geçmişti. Bu kadarı bile yaşımın çok ötesindeydi. Beynim yine sancağı ele aldı. Önce tepeleri aşmam gerekiyordu çünkü sesler hala ardımdaydı. Ağzım kurumuş, bedenimse fazlasıyla üşümüştü. Çantamdan gazlı beze sarılı bir meşaleye uzandım. 
Çakmak taşını hızla çaktım ve kıvılcımlar potansiyel ateşi derhal yakaladı. Çıtır çıtır tutuşan ateş yanmak için ısrarla büyüyordu. Son gücümle gerildim, ormana sıçramayacak küçük bir kozalak tarlasından geçmiştim az evvel. Hem ters yöndeydi hemde çabuk yanardı. Meşaleyi yakınlarına bir yere denk getirdim. Dumanın aşağılık herifleri şaşırtmaya yetmesini umdum.


Ve son gücümle oradan uzaklaştım.

Ağaçların içinde kaybolurken güneş tepeye tırmanmış, ayazı bir nebzede olsa kırmıştı.
Kasabaya gitmeyi herşeyden çok istiyordum ve sanırım küçük evimi çok özlemiştim. Yalnız odamda, ateş sönmüş, çorba soğumuş olmalıydı. Hem acıkmış hemde yaralanmıştım.  Tam da bir erkeğin olması gerektiği gibi dimi..

 Bugün, saman sayfalara yazacak çok şeyim ve daha kasabada bulmam gerken bir genç  adam vardı..

Kapıdan geçerken turtaları mideye indirmiş bekçiyle, önlüklü bağıran bir kadın kavga ediyordu.

Adamın gözü son anda bana takıldı.


..Hafifçe gülümsedim..






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder