Gün alacakaranlık vakti..
Sessiz silahlar döşek altlarına
saklanmış, usul karanlık köşelere pusmuştu yine.
Odamda son derece yalnız olmak canımı
sıkmıyordu. Eski alışkanlık kolay bırakılmıyordu. gençken alev alev yanan
bedenim olsaydı neler yapmazdım dedim kendime. -Eh. Yine de sabah yürüyüşüne
çıkmama engel değildi be..
Bir tas sıcak balık çorbası ve kurumuş ekmeği silip süpürdükten sonra eski avcı bıçağımı da kuşağıma dahil ettim. Biraz yürümek iyi gelecekti.
Bilinçsizce yürümeye başladım küçük kasabamın
taş sokaklarında.. Durgun hayat beni geçmişimden uzaklaştırıyordu ve istediğim
başkası değildi. Bu sabahta beni sokağa çıkaran kuzeyli bir şairin şu
mısralarıydı yine:
"Sokakta yürümekteydim gece, sabaha
varmışım sessizce."
Aydınlık gün aşırırken tepelerden, boş taşlık
sokaklara indim. Dakikalar beni şehrin ücra sokaklarına taşımış bilemedim.
Sokaklar dünyamı resmediyordu alacakaranlık vaktinde. Bomboş ve yaşanmışlıkla
dolu. Ağzı var dili yok. Ruhu var sesi yok. Issız ama kalabalık..
Kendimi, kendimden çekip alan bir kapı
gıcırtısı oldu..
Az ötemde bir kapı açılmıştı,
yavaşladım.. Azığını evvelden hazır etmiş, Aceleci genç bir adam çıktı sokağa
gizlice..
Ahşap evlerin taş kaldırımları vardı, tıkırdayan ökçeleri dinlemeyi hep severdim ..
yavaşlattım adımlarımı izledim sinsince..
Acelesi olmalıydı genç adamın, eşyaları
geniş deri kemerinin tokasına bağlanmış
mühimmatı çantasına gelişigüzel tepilmişti.
Güneş gayretle yükselirken tepeye, gölgeler dans ediyordu köşelerde yine.
Adımları hızlı olan genç adam dikkatsiz davranmıştı. beni
karanlıklara sinmişken fark edememiş, delikanlılığın verdiği ateşle gölgeleri
görmemişti. Heyecanlı adımları nerede
görsem tanırdım. Varlığımın gerekliliğini sorgulamadım. Peşindeydim ve içimde
büyüyen merak gittikçe acıkıyor gibiydi. Bu serin havada
içime bir ısınma verdi. Aynı hızda sokakları ardımda bıraktım.
Kasabadaki hanlar yeni açılıyordu. Bu
istikamet kuzey olduğuna göre serin rüzgarların varlığına alışmam iyi olmuştu.
Kuzey Nehrine gidiyor olmalıydık. Genç adam ekipmanlarını tam takır hazırlamış
olduğuna göre bir göreve gidiyor olabilirdi. Engel olamadığım merakım beni onun
peşinden buralara kadar getirdiğine göre daha da ileri gidebilirdim.
Loş meşale ışığıyla aydınlanan taştan kapılar
vardı bu caddede. Az ötemde köhne bir hanın kapısı itilerek açıldı, ürperdim.
Hemen saklanmak zorundaydım fakat etrafım buna müsait değildi. Genç kafasını
önüne eğmiş, hızla yolun ortasından yürüdüğünden mesafeyi açıyordu.
Handan dışarı yakalarını düzelterek orta
yaşlı kısa boylu biri çıktı. Kafasında kıvrımlı sihirbaz şapkalarından vardı ve muhtemelen henüz uyanamamıştı. On bilemedin onbeş adım mesafe vardı aramızda, sol
çaprazımdaki kapıdan çıkıp benden tarafa döndü. Sağımdaki ilk kapıya yöneldim, hızla omzumu başıma siper edip kafamı sağıma eğdim.
kapının önünde arkamı döndüm. Çantamı karıştırırken yalnızca sırtımı
gördüğünden emin olmuştum. Biraz fazla oyalandım ve adam nihayet uzaklaştı.
Genç ortalarda yoktu, geç kalmıştım.
-Nehirler alsın! Böyle koşarak nereye
gidiyordu bu çocuk. Şimdi acele eden
bendim, Kuzey Nehri yakınlardaydı. Kasabanın güneyinde yaşasamda bu bölgeler
hakkında da malumatım vardı. Evlerin kapı sahanlığından ilerleyerek sabahın
içinde uzaklaştım..
Kasabanın bu geniş caddesinin sonlarına
doğru evler biter, ilerde soğuk rüzgarın gölgesinde yetişen sebze ve meyve
tarlaları uzanırdı. Birde en burunda eski ahşap bir gözcü kulemiz vardı. İçinde
değişmeli iki asker nöbet tutar ve genelde uyurlardı. Tarlalara hayvan
dadanmason diye çit diye tabir edilen engel vardı. Aşılması basitti, sivriltilmiş odun kazıklarla
destekli tahta bir duvardı. Gözcü kulesinin her iki yanında uzanır ve bir
sonraki kuleye dek kasabayı sarardı. Caddeyi bitirdiğimde karşıma uzun vadi
serildi. Alçalarak uzuyordu ve etrafı tarlalarla süslenmişti. Kuleye dek giden
patikada uzaklaşan eski bir araba vardı. Kasabadan kış mahsulleri toplamaya
giden ihtiyarın at arabası.. Ortalıkta başka kimsecikler yoktu ve arabada
çıkmak üzereydi. Yani yetişmiş olmalıy..
-Dur bir saniye! Nehirler alasıca! Bu
yüzden koşuyordu.. Arabayla dışarı çıkması çocuk oyuncağıydı. İhtiyarın
kulaklarıda çevik gencin tıkırtısına uyanmazdı ki.. Yani dışarı çıkan o burada
kalan bendim!..
Yılın bu mevsiminde riskli topraklar olan
kuzeye çıkış halka yasaklanırdı. Açıklarda gezen biri görüldüğünde de
düşünülmeden avlanırdı. Hem kraliyet korucuları korulukları mesken tutardı.
Gencin plan ve zamanlaması mükemmeldi, derin bir of çektim. Yorgun bedenim
buralara kadar boş bir macerayı kovalayacak yaşı geride bırakmıştı.
Fakat kolay yılmam. O taşını ileri sürdü
fakat" Çeviklik, piyondur. Tecrübeyse vezir".
At
arabası az sonra durdurulmadan rutin
çıkışını yaptı. Zamana hükmettim,
yetişmeliydim!
-Düşünceler-(kısa dakikalar.. Saymaya başla, 1, çıkış.. ilk yirmi adım sonra hafif bir
tepecik. dün yağmur yağdı yani dönüşte yol balçık..2, Eğimli yola sapan ağır
atlar.. Nalları sık sık değiştiremeyen dalgın ihtiyarın hesaba katmadığı
birşey.3, Bu dönüş kısa bir zaman kaybı. Atlar hantal, devam.. İnatçı yük
beygirleri alternatif rota belirlemez..4, doğasında huysuzlanmak yok, çamurdan
yürüyüş.5,6,7,8,9, Uzun süre arayı açmaya yetecek düz bir yol.10, Yol bitiminde
taşlık rampa kaygan zeminde hantal atları terletmeye
yeter.10...dakikalar....15, çamurlu yolda balçığa girmiş nalların taş zeminde
yokuş yukarı çıkışa etkisi. tepedeyim, Gereken zaman cepte.)
Kuzey kapısından geçme vakti. Gözcülere
gelene dek bir taşralı rolünü hakkıyla kotardım, şiveye alışıktım ve
"inandırmak" benim işimdi. Bekçileri halletmek kolay lokmaydı. Az
evvel aşırdığım -soğumaya bırakılmış-
enfes sabah turtalarını bıraktım onlara.
Göbekli obur bekçilere evine dönen salağı oynarken, aralıktan dışarı sıvışmak
zor olmadı.
Zamana doğru hükmetmiştim.
İhtiyar son taşlık rampayı tırmanırken
tepedeydim. Soğuk kayaya yasladığım sol kolum
uyuşmaya başladı. Hava yüksekte soğuğunu iyiden iyiye hissettiriyor..
tıkır tıkır tırmanan at arabası az sonra önümden geçecekti. Elimi herşeye
karşın kınında bulundurduğum bıçağın
kabzasına kaydırdım.
Rampayı tırmanan at arabasının koşum
takımlarını elinde tutan ihtiyar çalıların arasından menzilime girdi. Oldukça
rahat ve dikkatli görünüyordu. Arkasında sürüklediği römorköre saman balyaları
yüklemişti. Bu da gencin ekmeğine kaymak sürmüş olmalıydı. İlerlemeyi
sürdürdüler. Adımlar gittikçe yaklaşıyordu. Atların solukları kulaklarımdaydı.
Rampa bitmişti. Atlar düzlükte ivme kazanacaklardı ki..
Bir ıslık havayı yardı. Kısa sürdü ve -hart!
Bu, duyduğumda kanımı donduran sesti. Atlar kişnedi ve arabanın dengesi
bozuldu. Koşum takımları kırıldı ve atlardan biri dizginden ayrıldı. İhtiyarın
göğsünden kan fışkırıyordu. Saldırı altındaydık! Olduğum yere çöktüm.
Dudaklarım titriyordu. Tanrılar adına birşeyler yapmam gerekiyordu!
-Aptal! Aptal! onu öldürmeyecektin.
Çaaat! Sarın arabanın çevresini çabuk! Bağrışlar, yaylara gerilen oklar ve ağır
ağır yaklaşan demir adımlar telaşımı arttırdı. Gür kaba bir ses yankılandı, ses
çok uzak değildi. Kalabalık
olmalıydılar.
Genç, aşağı sürüklenen arabadan atlarken onu
bir anlığına görebildim. Çatır çutur
kırılan arka kasa bir hayli gürültü çıkardı. Kafamı hafifçe kaldırdım, rampanın
devamındaki yolda ağaçlar başlıyordu. Sesler buradan geliyordu. Atlar kaosa rağmen oldukları yerin birkaç
metre ötesinde otlanmaya başlamışlardı. Yük beygirleri işe yaramazdı. Gelen
giden şimdilik yoktu. Korkuyla sürünerek çalıların içinden çıktım. Yılan gibi
rampadan aşağı sürüklendim. Maksadım görünmemekti ama taşlık yolda kendime baya
zarar verdim. Genç ortalıkta yoktu. Bilinçsizce koşmaya devam ettim. Arabanın
geldiği yere tepelerin ardına saklanmaktı amacım ama uzun bir mesafe vardı
oraya kadar. Nefes nefese, telaşlı, sırtımda ölümün endişesiyle aksayarak
koştum..
Kayaların arasına dalmak üzereydim ki,
karanlıktan bir el yakama yapıştığı gibi beni kendine çekti. Zaten bitap düşmüş
bedenim yeni rakibime teslim oldu. Gözlerimde talihsiz bir çırpınışla adamın
yüzünü baktım. Genç buraya saklanmıştı, beni sarstı,
- Ne işin var burada babalık! kolunu
rahat bıraktı. Arkanı kolluyordum genç
adam. Sen mi! Yerimi belli ettin seni
adi moruk! Hey biraz rahatla kimse buraya gelmi... Çuv! Bir ok tam önümüzdeki
kayaya çarpınca başımızı eğdik. -Belli gelmedikleri!.. Şimdi zaman yoktu.
Araziye çıkan dar bir geçitten sıkışarak
geçtik. Koşmaya devam ediyorduk.
Olduğum yerin yakınlarına güvericini
yemlercesine gümüş parlak sikkeler saçtım. Onları küçük yalanlarıma
inandırmalıydım. ve inandırmaktan başka bir seçeneğim yoktu.
Tepeye pusan iki okçu durmadan ok yağdırıyor,
kayalığı yaylım ateşine tutuyordu.
Biraz üşüsemde eski "Karga
korkuluğu" taktiği işe yaramış gibiydi. Açıklara varana kadar genç adeta
uçarcasına arayı açtı. Ağaçlıklarda kayboldu ben devam edemedim diyafram beni
bırakalı yıllar geçmişti. Bu kadarı bile yaşımın çok ötesindeydi. Beynim yine
sancağı ele aldı. Önce tepeleri aşmam gerekiyordu çünkü sesler hala ardımdaydı.
Ağzım kurumuş, bedenimse fazlasıyla üşümüştü. Çantamdan gazlı beze sarılı bir
meşaleye uzandım.
Çakmak taşını hızla çaktım ve kıvılcımlar potansiyel ateşi
derhal yakaladı. Çıtır çıtır tutuşan ateş yanmak için ısrarla büyüyordu. Son
gücümle gerildim, ormana sıçramayacak küçük bir kozalak tarlasından geçmiştim
az evvel. Hem ters yöndeydi hemde çabuk yanardı. Meşaleyi yakınlarına bir yere
denk getirdim. Dumanın aşağılık herifleri şaşırtmaya yetmesini umdum.
Ve son gücümle oradan uzaklaştım.
Ağaçların içinde kaybolurken güneş tepeye tırmanmış, ayazı bir nebzede olsa kırmıştı.
Ağaçların içinde kaybolurken güneş tepeye tırmanmış, ayazı bir nebzede olsa kırmıştı.
Kasabaya gitmeyi herşeyden çok istiyordum
ve sanırım küçük evimi çok özlemiştim. Yalnız odamda, ateş sönmüş, çorba
soğumuş olmalıydı. Hem acıkmış hemde yaralanmıştım. Tam da bir erkeğin olması gerektiği gibi dimi..
Bugün, saman sayfalara yazacak çok şeyim ve
daha kasabada bulmam gerken bir genç
adam vardı..
Kapıdan geçerken turtaları mideye
indirmiş bekçiyle, önlüklü bağıran bir kadın kavga ediyordu.
Adamın gözü son anda bana takıldı.
..Hafifçe gülümsedim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder